Bir-iki gündür yine karşısında saatlerimi geçirdiğim interneti ve internet yoluyla iletişimi evirip çeviriyorum kafamda... Sonunda bütün düşünceler insanlarla ilişkilerimizin gittikçe -üstelik kendi isteğimizle- insanlıktan uzaklaştığına, ruhsuz ve sanal olduğuna varıyor. Tuhaf...
Tabii ki yurt dışında olanlarımızdan haber alabilme, iletişimi koparmama konusunda internetin katkılarını kimse tartışamaz. Erasmus'a gidenler gün be gün çoğaldıkça -herkes benim gibi aylar sonra başlamıyor tabii- bunu bir kez daha görüyorum. Aslında ilginç... Yani gidenlerden haber alma isteği, gitmeden önce çok yakın olduğum kişilerde artıyor sadece. Yoksa kendimi bildim bileli uzakta olduklarımla iletişimimi önemli ölçüde artırdığını söylemek zor. Onlarla uzaklık kanıksanmış bir yerde demek ki... Yakınındaki uzağa gidince hemen her türlü iletişim yoluna başvuruyorsun ama zaten uzakta olanla durumlar aynı kalıyor bir yerde... Mesela ben Berlin'e gidiyorum diye annem-babamın literatürlerine yavaş yavaş msn, webcam, skype gibi sözcükler dahil olmaya başlıyor. Oysa ki yıllardır ağabeyleriyle farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde yaşayan babamın bir kez bile telefondan öte bir iletişim aracına ihtiyacı olduğunu görmedim. Keza ben de Erasmus'a gidenler neler yaptı, ev buldu mu, ne yedi ne içti diye merak ederken, uzak oluşlarını benimsediğim kuzenlerimle arada bir -yıllar içinde mektuptan Facebook'a evrilen yöntemlerle- haberleşmekten fazlasını yapmadım hiç...
Haber alma yöntemi mektuptan Facebook'a evrildi demişken... Gittikçe daha da ruhsuzlaştığımızı söylemeye gerek var mı? Eskiden kuzenimden gelen mektupları ya da yılbaşı, bayram vs gibi günlerde gönderilen karpostalları açarken-okurken aldığım keyfi bir kez bile mailden, hele hele Facebook'tan alamadım ki... O eski keyif çoktan unutulmuş olacak ki sanal -ve ruhsuz- haberleşme araçlarımız günden güne artıyor. Facebook, Twitter, bloglar vs vs derken hepimiz sanal insanlara dönüşüveriyoruz. Yazdıklarımıza kendimizden bir şeyler katmak profile konan bir fotoğrafla ya da o an aklımızdan geçeni yazmakla olmuyor. El yazısı olmadan o ruh katılmıyor yazıya... Yine de boş bütün bu yazdıklarım... Bu saatten sonra, internetin hızı vs gibi avantajları olduğu sürece haberleşmenin eski, keyifli, insani haline geri dönmesini beklemek hayalcilikten ve geçmişte yaşamaktan ileri gidemiyor.
Neyse, yine başlığa uygun oldu bunlar da belli belirsiz sayıkladım yine. Mektup ve kartpostallara olan özlemimi de blogdan söyleyerek ironinin dibine vurmuş oldum, olmuşken bari somut olsun neler kaçırdığımızı göstersin...
Vakt-i zamanında Ortaköy'de bulmuş idim kendisini. Mekan, Galatasaray; yıl 1928
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder