27 Temmuz 2010 Salı

schlachtensee'den...

4 aylık evimiz, şehre uzaklığından nefret ettiğimiz, bizi bir arada tutup yeni insanlarla -ormanın (!) ortasında haliyle- kaynaştırmasını sevdiğimiz, karışık duygular beslediğimiz, millet gölde yüzmek için çıldırırken bizim pis bulup yanına yanaşmadığımız Schlachtensee'mizden bildiriyorum. Boğaziçi'nin Schlachtensee'de kalan son temsilcisi olaraktan.

Cumartesi Ceyda ve Ege'yi yolcu edip dün de Yaprak'ın ardından suyunu döktükten sonra Schlactensee'nin ağaçları, kuşları, böcekleri bana kaldı. Kapıyı çalanlara "gel gel" dememin ne kadar manasız olduğunu gördüm dün, burada beni anlayan kalmadı zira.. Son kalan, ve maalesef ekonomi üzerine olması sebebiyle "neden ben??!" çığlıkları attıran paper'ımı yazmak için de eve kapanınca önümde iki seçenek kaldı: Ya susmak bilmeyen kuşlara uyup kuş dili öğreneceğim ya da evdeki Yunan misafirlerin artması ve her köşeden Yunanca duyulması nedeniyle Yunanca'yı sökeceğim. Buraya geldiğimedn beri kuşlara garez beslediğim için ikincisi daha mantıklı ve eğlenceli görünüyor sanki...
Biri paper mı dedi? Hmm şey o da olur canım neden olmasın?

Ben çalışma-çalışmama stresimin arka fonuna 90lar radyosunu uygun gördüm bu aralar... Fonda çocukluğum çalıyor.. Ama buranın fonunda, artık benimle söyleyecek kimse kalmayınca unutulmaya başlayan Berlin'de son günlere adadığımız türkümüz çalabilir mesela:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder