Takvimin aralıktan tekrar ocak ayına dönmesine, 2011'den 2012'ye geçişe, yeni yıla saatler kala yorgun bir şekilde yazıyorum bu kez. 12 ay öncesine göre çok daha fazla şey görmüş, yaşamış, mezuniyet korkusuyla tanışmış, mezun olmuş, hemen yeniden okula başlamış, gülmüş, kırılmış, ağlamış, yorulmuş ve bir yılda bir yaştan daha fazla büyümüş olarak...
Böyle midir bu yıllar? Artık "o yaşlara" geldik mi gerçekten? Yaşlandık hey gidi muhabbeti değil bu yaptığım, ama anne-babalarımızın cümleleriyle konuşmaya başlamadık mı git gide? Büyüdük, yetiştik, yetişkin olduk... Hayat bunu eskisinden daha sık yüzümüze vurur oldu.
Eskiden bizden saklanan hayatın sevimsiz kısımları artık belki de bizlerin başkalarını düşünüp başkalarına alıştırarak anlatmamız gereken durumlar haline geldi. Büyümenin en büyük işareti bu belki de. Bir de ölümün size ne kadar yakın olduğunu görmek. Ölümle ilk kez tanışmadım elbet, tersine küçük denilebilecek yaşlardan beri aramızdaydı bir şekilde. Ama yaşıtlarımızın ölümleri yeni bizim için. Büyümenin bir başka işareti... Geçen yıl aralık sonu aramızdan ayrılan, haberi ise ancak şubat ayında bize ulaşan henüz 25 yaşındaki Rocco... Bu yılın aralık sonu aramızdan ayrılan ve bugün uğurladığımız henüz 23 yaşındaki Orkan... Şubat ayının üstünden 10 ay geçti de o anki hislerim hiç değişmedi. Sözler bir yerde düğümlenmekten başka bir işe yaramıyor. Umarım gittiğiniz yer bu dünyadan daha çok huzur verir sizlere...
Yılbaşı öyle inanılmaz kutlamalar yapma, deli gibi eğlenme hissi yaratmadı bende hiçbir zaman. Ama adının yeni yıl olması bir umuttur her zaman. Yeni şeyler dileme hakkı verir sanki bize, yeni beklentilere girmek için bir bahanedir. Bu hakkı kullanma niyetindeyim bu sene de. Hele de 2011'de dünya bu kadar karışmışken ucundan tutacak bir umuda ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Belki de ben böyleyim bilemiyorum. Yurtdışı ve yurtiçi gündemde ve günlük hayatımızda kötü haberler üst üste gelmişken yeni yıldan eski hayallerimizi yeniden dileyelim, sağlık barış, mutluluk isteyelim, hiçbir işe yaramasa da bir an olsun polyannacılık oynayalım diyorum.
Hepimize sağlık ve mutluluk getirsin bu yıl, gerisi bir şekilde hallolur nasıl olsa. Herkese iyi yıllar olsun!
Bir günün ardından aklıma takılan kareler ve sayıklamadan hallice dağınık düşünceler... İşte öyle bir şey...
31 Aralık 2011 Cumartesi
11 Aralık 2011 Pazar
sosyal medya, sosyal hareketler, işgal ve demokrasi
Başlık uzun oldu. Ama bu kez niyetim kendim uzun uzun bir şeyler söylemektense buraya gelenleri bir yazıya yönlendirmek...
2011'in sonuna gelmişken geri dönüp bir bakarsak, bu yıl akıllarda dünyanın dört bir yanında sosyal medya üzerinden örgütlenip değişim talep eden sosyal hareketlerle kalacak diyebiliriz sanırım. Ben de Occupy Wall Street hareketi örneğinde sosyal medya üzerinden gelişen doğrudan demokrasi denemeleri üzerine bir ödev için çıkmıştım yola. Ama kaynaklarımdan biri son günlerin gündemine de bu kadar uygun olunca paylaşmadan duramadım.
Bob Samuels'in Facebook, Twitter, YouTube -and Democracy yazısını vaktiniz varsa okuyun. Zamanın ruhuna dair güzel tespitler bulabilirsiniz.
Özetsiz, spoilersız yapamam diyenler de buyursun:
"... One of the central strategies used throughout the demonstrations was for students, workers, and faculty members to compile a list of demands representing the different groups and then present these demands to the administration during a building occupation.What was so powerful about this strategy was that the demands were so diverse, and no single group tried to control the process. ... The new generation of students demands to be heard, and the changes in the nature of social movements mean not only that universities have to become more open and interactive but also that faculty members who hope to collaborate with student protesters have to learn how to accept a new mode of political organization."
2011'in sonuna gelmişken geri dönüp bir bakarsak, bu yıl akıllarda dünyanın dört bir yanında sosyal medya üzerinden örgütlenip değişim talep eden sosyal hareketlerle kalacak diyebiliriz sanırım. Ben de Occupy Wall Street hareketi örneğinde sosyal medya üzerinden gelişen doğrudan demokrasi denemeleri üzerine bir ödev için çıkmıştım yola. Ama kaynaklarımdan biri son günlerin gündemine de bu kadar uygun olunca paylaşmadan duramadım.
Bob Samuels'in Facebook, Twitter, YouTube -and Democracy yazısını vaktiniz varsa okuyun. Zamanın ruhuna dair güzel tespitler bulabilirsiniz.
Özetsiz, spoilersız yapamam diyenler de buyursun:
"... One of the central strategies used throughout the demonstrations was for students, workers, and faculty members to compile a list of demands representing the different groups and then present these demands to the administration during a building occupation.What was so powerful about this strategy was that the demands were so diverse, and no single group tried to control the process. ... The new generation of students demands to be heard, and the changes in the nature of social movements mean not only that universities have to become more open and interactive but also that faculty members who hope to collaborate with student protesters have to learn how to accept a new mode of political organization."
9 Aralık 2011 Cuma
starbucuks ve işgal
Uzun zamandır yazmamıştım buralara. Okul açılsın artık diye kıvranırken sıkı bir koşturmanın içine düştüm, ama şikayetçi değilim halimden o ayrı.
Lakin 3 gün önce başlayan "Boğaziçi'nde Starbucks Şenliği" bu kadar gündeme oturunca birkaç kelam etmek gerek artık diye düşündüm. Sağda solda, özgürlükleri savunduğunu iddia eden bazı platformlar ve kişiler tarafından o kadar sığ şekillerde eleştirildi ki dayanamadım. Uzun olacak biliyorum, kim okur, kimin umrunda olur bilemem ama yazmak gerek...
Salı günü Starbucks protestosuna katıldım, onlarla yürüdüm, sonra da Starbucks'ı işgal ettim. Ders vaktim gelince kalktım. Okula lisanstaki kadar sık gitmediğimden ve yoğun bir döneme girdiğimizden yanlarına gidemeyebilirim tekrar belki ama onları destekliyorum.
Boğaziçi'ni bilmeyenler için sığ bir anti-Amerikan eylem gibi durabilir ama iş o kadar basit değil. "Starbucks'a karşı çıkıp sol bir eylem yaptıklarını sanıyorlar ama kendi çıkarlarına dokunduğu için yapıyorlar" diyenlere peşinde koşulan çıkarın ucuz ve düzgün yemek olduğunun hatırlatılması gerekir. Boğaziçi'nin yemekhanesi diğer devlet üniversitelerininkilerden daha pahalıdır üstelik yemekleri de kötüdür. Sadece belli saatlerde açık olduğundan o sırada dersiniz varsa elinize kalan tek alternatif kantindir. Üç kantin vardı ben Boğaziçi'ne girdiğimde; teras (sosyete) kantin, çarşı kantin, orta kantin. Bu kantinlerin hepsinin oturma yeri vardı. Teras kantin lakabından da belli olduğu gibi diğer kantinlerden pahalıdır içinde bir adet robert's coffee de vardır, çarşı kantin 5 farklı büfede farklı çeşitlerde ve fiyatlarda yemeklerin alınabileceği ortalama ama kullanışlı bir kantindir, orta kantin ise diğer ikisinden daha ucuz ve sosyalist öğrenciler tarafından tercih edilen bir kantindir. En azından öyleydi. Önce orta kantin kirayı ödeyemeyip okul dışına çıktı ve orta kantin onarıma girdi. Şimdiki orta kantin oturma yerleri bakımından öğrenci işidir ama fiyatlar yüksektir, çorba, sandviç, çay ve bilimum kahve satar. Geçen yıl da teras kantin ve sonra da çarşı kantin onarıma girdi ve onarımdan resmen hasarla çıktı. Teras kantin eskiden çarşı kantinin oturma yerlerinin olduğu bölüme alındı, fiyatları her zamanki gibi öğrenci harçlıklarına göre pahalı. Bunun yanında kendisi şu an çin usulü tavuk vb öğrenci (!) yemeklerinin yanında güney kampüste bir tost alabileceğimiz tek yer olduğu için okulun tüm yükünü çekmekte ve kuyruklar alıp başını gitmekte. Dört gözle çarşı kantin açılsa da bu kalabalık bitse derken çarşı kantinin açılmasıyla, hiç açılmaz olaydı da dedirtti evet. Çarşı kantini "ortalama bir kantin" yapan büfelerin hiçbiri çarşının yeni halinde kendine yer bulamadı. Eskiden berber, burc store, kırtasiye, 4 büfe ve diğer 4 büfeden yüksek fiyatlarıyla ayrılan bir wonderland varken şimdi 4 büfenin yerinde yeller esiyor. Diğer saydıklarım bazı yer değişiklikleriyle yine çarşı kantinde yerini alırken artık yanlarında Starbucks ve yakında açılacağı müjdelenen (?) Subway var.
Okulda öğrenci işi yemek diye tabir edilen; tost, poğaça, gözleme, pide, pilav, salata satan yerler kapatılıp 4. kahveci ve 2. öğrenci bütçesini aşan sandviççi açılınca bardak taştı. Starbucks da çarşı kantine açılan ilk dükkan olması sebebiyle bu bardağın taşma durumuna sembol haline geldi. İşgal edilenin Starbucks olması bu yüzden. Öğrencilerin yemek ve kapalı mekanda oturacak yer sıkıntısı had safhadayken, alay eder gibi 4. kahvecinin (içinde oturabilmek için önce kahve almanızı gerektiren bir kahveci) açılması, okul yönetiminin kafasına göre okulu ihaleye açması yüzünden bu tepki. Yönetimden tepkilere aydınlatıcı cevap gelmemesi ve Starbucks'ın etrafında yemek kokusu istemediği iddiaları da cabası.
Tam da bu yüzden "Beğenmeyen Starbucks'a gitmesin" argümanlarıyla çözülemeyen bir sorun bu. Starbucks'ın oradaki varlığı, "beğenebileceğimiz" kantinlerin açılmasına engel olduğu için. Koku moku iddiaları doğru değilse bile maddi olarak içinde Starbucks'ın yer aldığı bir kantini sıradan büfeler karşılayamayacak olduğu için. Bir devlet üniversitesi olduğu unutulmaması gereken Boğaziçi Üniversitesi'nin öğrenci kantinin gittikçe alışveriş merkezlerinin yemek katına benzediği için.
Ve yine tam da bu yüzden "sanki dışarıda gitmiyorlar Starbucks'a" denerek eleştirilebilecek bir durum da değil bu. Evet hepimiz gidiyoruz Starbucks'a, ama okul dışında isteyerek Starbucks'a gitmek ayrı şey, okul içinde Starbucks'ın dayatılması ayrı şey. Zorla kahve aldırma temelli bir dayatma değil elbet, beraberinde getirdiği sonuçları bakımından bir dayatma.
Boğaziçi Üniversitesi'nin YÖK'ten baskı gördüğü, bütçesinin, kadrolarının kısıldığı doğrudur. Ancak Boğaziçi Üniversitesi Starbucks vb. markalaşmış şirketlere muhtaç değildir. Bu okulun bir Mezunlar Derneği var. Ülkedeki iş adamlarının hatırı sayılır bir kısmı Boğaziçi Üniversitesi mezunuyken, Boğaziçi Üniversitesi mezunu onca zengin/ünlü insan varken Boğaziçi Üniversitesi'ni markalara ihale etmek kolaycılıktır, gözü doymamaktır. Öğrencileri ve öğretim üyelerini okulla ilgili kararların dışına itmek Boğaziçi'ni Boğaziçi yapan özgürlük ortamını ayaklar altına almaktır.
Çarşı kantinin fiyatları da yüksekti demek bence başka tartışmanın konusudur. Öyle ya da böyle ortalama kantinimiz çarşı kantin elimizde kalanların en ucuzuydu, şimdi muhtemelen en pahalısı olacak.
Öğrenci Kolektifleri üyesi olmadığım, kimi eylemlerini desteklediğim, kimilerini beğenmediğim ancak (bugünlerdeki davaları da göz önünde bulundurarak) varlığının da üniversite gençliği için bir değer olduğunu düşündüğüm bir örgüt. Starbucks'ı işgal etmelerini de destekliyorum. Bu işgalde Starbucks'ın mekanına, ürünlerine vs. zarar verilmemesinin, işgale rağmen Starbucks'tan kahve almak isteyenler ve onların kahvelerini hazırlayan çalışanlara engel olunmamasının altını çizmek gerekir diye düşünüyorum. Öğretim üyelerinden derslerini buraya taşıyanların duyarlılığının da... Bir amaç için iyi ya da kötü örgütlenip barışçıl bir eylem yapmanın, aradan cımbızla slogan seçip de söylem üzerinden eleştiri yapmaktan daha değerli olmasının da...
Destekliyorum, çünkü taleplerinin haklılığına inanıyorum, taleplerinin haklılığına bizzat tanığım. Çünkü okulda öğrenci tarzı yemek yiyecek, kapalı mekanda oturacak yer kalmadı. Çünkü Boğaziçi eski Boğaziçi olmaktan giderek uzaklaşıyor.
Düzeltme: Öğrenci Kolektifleri'nin eylemin sahibi değil katılımcısı olduğu, işgalin birçok bağımsız grup tarafından kararlaştırılıp uygulandığı yönünde bir uyarı gelmiş. Eklemek gerekir.
Düzeltme: Öğrenci Kolektifleri'nin eylemin sahibi değil katılımcısı olduğu, işgalin birçok bağımsız grup tarafından kararlaştırılıp uygulandığı yönünde bir uyarı gelmiş. Eklemek gerekir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)