Şarkılardan gidiyorum bu aralar hadi hayırlısı...
Hani bazı şarkılar vardır, bir yandan yüzünüze aptal denebilecek bir gülümseme oturturken diğer yandan da burnunuzun direğini sızlatır, gözlerinizi doldurur... İşte bu şarkı onlardan biri. Zaten kendi başına bu dediklerimi yapmaya yettiği halde bir de enfes bir klip yapmışlar. Baktıkça mutlu ediyor beni dinginliğiyle, içtenliğiyle, gerçekliğiyle...
Çünkü aşk ekranda, perdede bize gösterildiği gibi kusursuz güzellikteki kadın ve erkeğin arasında yaşanınca anlamlı ve güzel olan bir şey değil. Aşk herkes için var. Aşk kendi başına zaten güzel, zaten estetik...
Bir günün ardından aklıma takılan kareler ve sayıklamadan hallice dağınık düşünceler... İşte öyle bir şey...
29 Mayıs 2011 Pazar
28 Mayıs 2011 Cumartesi
je veux
Dersler bitti, hatta son ders itinayla kırıldı. "Ne halt edeceğim ben şimdi?" dertleri her köşe başında karşımıza çıkarken bu şarkıyı her gün dinlemezsem olmuyor bu aralar, ki zaten her yerde çalıyor sağolsun. Mutlu ediyor bu şarkı insanı, dans etme isteği yaratıyor bünyede aniden.Fransızca derslerinde şarkıları çözmeye çalıştığımız zamanları hatırlatıyor bana bir de... "La tribu de Nana" olur bir gün bizim için belki, ultra mega kırık Fransızcamızla bir yolcuk boyu söyleriz belli mi olur? :)
İtalyancası da var hatta, adı da "Mi Va". Bana daha çok İspanyolca gibi geliyor ya neyse...
Sözün kısası sevin sevdirin, neşelenin.
İtalyancası da var hatta, adı da "Mi Va". Bana daha çok İspanyolca gibi geliyor ya neyse...
Sözün kısası sevin sevdirin, neşelenin.
2 Mayıs 2011 Pazartesi
hatıralar
Geçip giden mm zamanları mmm bir yerlerde bulsam...
Yaprak'ın efsane fotoğraf makinasından çıkan bu fotoğrafı görünce ilk bu şarkı geldi aklıma. O zamanları bulmak istedim, tekrar o ana ışınlanmak istedim. Uzun uzun baktım fotoğrafa tadını çıkarmak için. Fonda çalan şarkımızı söyledim sonra da içimden...
Lucy in the sky with diamonds...
Yaprak'ın efsane fotoğraf makinasından çıkan bu fotoğrafı görünce ilk bu şarkı geldi aklıma. O zamanları bulmak istedim, tekrar o ana ışınlanmak istedim. Uzun uzun baktım fotoğrafa tadını çıkarmak için. Fonda çalan şarkımızı söyledim sonra da içimden...
Lucy in the sky with diamonds...
1 Mayıs 2011 Pazar
1 mayıs 1 mayıs...
Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde...
Bütün gün haber merkezindeki bilimum televizyondan yankılandı 1 Mayıs Marşı... 2011 1 Mayıs'ında da eski görüntüler geldi ekranlarımıza, eski acılar anıldı, hatıralar canlandı. Dönüp duran görüntülere baktıkça düşündüm, 1 Mayıs benim hatıralarıma ne zaman nasıl girmişti diye...
İkinci sınıftaydım yanılmıyorsam, İstanbul'da Habitat toplantısı var diye okulları bir aya yakın bir süre kadar erken kapatmışlardı. Annem de doğumgünümde herkes yaz tatili için dağılır, benim doğumgünü güme gider diye mayıs başında bir haftasonu eve o yaşlarda adet olduğu üzere neredeyse sınıfın yarısını çağırmıştı. Tam başı ama mayısın. 1 Mayıs. O hafta içinde birkaç kişi "Biz gelemeyiz." dedi "O gün evden çıkmak istemiyor annemler sokaklar güvenli olmayabilirmiş, olay çıkarmış." Anlamamıştım ne olayı, neden olay çıkmalı? Kızmıştım, üzülmüştüm hatta. Annem "Doğrudur bak aklıma gelmemişti, çıkmak istemeyebilir insanlar meydanlara yakınlarsa" demişti de iyice kafam karışmıştı. Neden diye sorduğumdaysa "Bizim zamanımızda çok olaylı geçerdi İşçi Bayramları, çok insan öldü" dedi ve kapattı. Ben de kapattım konuyu hiç anlamamıştım ama ben de biraz korkmuştum galiba. Sonuçta gelenlerle de yapmıştık yine o günü, mesele benim çocuk aklımda kapanmıştı.
Sonra yıllar geçtikçe öğrendim tabii oradan buradan okuyarak İşçi Bayramı'nı, Kanlı 1 Mayıs'ı, Taksim'i, Taksim'in yasağını... Geçen yıl 1 Mayıs'ta Berlin'deydik. Çok kaptırmıştık kendimizi hatta, İstanbul'da meydanlara çıkılamıyorsa biz de Berlin'de çıkacaktık, Nazilerin yürüyüşünün önünde duracaktık, "1. Mai Nazifrei", "Kein Platz für Nazis" diyecektik şehrin havasına uyaraktan. Sonuç? Meydana çıktık evet... Ama umduğumuzu bulamadık. Direniş havasından çok parti havası vardı, millet Amy Winehouse çalıp dans ediyordu resmen. Biz de napalım dedik, aldık balonlarımızı, vurduk kendimizi Kreuzberg'e göbek attık. Sonra da eve gittiğimizde yıllardan sonra ilk kez Taksim'e çıkıldığını öğrenip bunu kaçırdığımız için yıkıldık.
Bu yılsa çıkamadım dışarı, 1 Mayıs haber merkezinde geçti. Bütün gün Taksim Meydanı'nı seyrettim ekranlardan, notlarını aldım. Ekranımda neşe ve umut vardı bugün. Farklı kesimlerden, farklı etnik kimliklerden yüz binlerce insanın nasıl da bir arada olabileceğine, beraber bir kutlama yapabileceğine inandım tekrar. Biber gazı olmadan gösteri yapılabildiğini gördüm. Bu topraklara ait dillerden pankartlar gördüm, türküler duydum. Her maç birbirine giren takımların taraftarlarını bile tek yürek olmuş izledim. En azından şu hoşgörüyle yaşamak bizim için lüks değilmiş, ütopya hiç değilmiş dedim. "Kendinden olmadığını düşündüğünü" de sevebiliyormuş insanlar meğer. E peki o zaman sormazlar mı insana neden yılda sadece bir gün diye? Şu karelerin görmek için gerçekten bir yıl daha beklememize gerek var mıdır diye?
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde...
Bütün gün haber merkezindeki bilimum televizyondan yankılandı 1 Mayıs Marşı... 2011 1 Mayıs'ında da eski görüntüler geldi ekranlarımıza, eski acılar anıldı, hatıralar canlandı. Dönüp duran görüntülere baktıkça düşündüm, 1 Mayıs benim hatıralarıma ne zaman nasıl girmişti diye...
İkinci sınıftaydım yanılmıyorsam, İstanbul'da Habitat toplantısı var diye okulları bir aya yakın bir süre kadar erken kapatmışlardı. Annem de doğumgünümde herkes yaz tatili için dağılır, benim doğumgünü güme gider diye mayıs başında bir haftasonu eve o yaşlarda adet olduğu üzere neredeyse sınıfın yarısını çağırmıştı. Tam başı ama mayısın. 1 Mayıs. O hafta içinde birkaç kişi "Biz gelemeyiz." dedi "O gün evden çıkmak istemiyor annemler sokaklar güvenli olmayabilirmiş, olay çıkarmış." Anlamamıştım ne olayı, neden olay çıkmalı? Kızmıştım, üzülmüştüm hatta. Annem "Doğrudur bak aklıma gelmemişti, çıkmak istemeyebilir insanlar meydanlara yakınlarsa" demişti de iyice kafam karışmıştı. Neden diye sorduğumdaysa "Bizim zamanımızda çok olaylı geçerdi İşçi Bayramları, çok insan öldü" dedi ve kapattı. Ben de kapattım konuyu hiç anlamamıştım ama ben de biraz korkmuştum galiba. Sonuçta gelenlerle de yapmıştık yine o günü, mesele benim çocuk aklımda kapanmıştı.
Sonra yıllar geçtikçe öğrendim tabii oradan buradan okuyarak İşçi Bayramı'nı, Kanlı 1 Mayıs'ı, Taksim'i, Taksim'in yasağını... Geçen yıl 1 Mayıs'ta Berlin'deydik. Çok kaptırmıştık kendimizi hatta, İstanbul'da meydanlara çıkılamıyorsa biz de Berlin'de çıkacaktık, Nazilerin yürüyüşünün önünde duracaktık, "1. Mai Nazifrei", "Kein Platz für Nazis" diyecektik şehrin havasına uyaraktan. Sonuç? Meydana çıktık evet... Ama umduğumuzu bulamadık. Direniş havasından çok parti havası vardı, millet Amy Winehouse çalıp dans ediyordu resmen. Biz de napalım dedik, aldık balonlarımızı, vurduk kendimizi Kreuzberg'e göbek attık. Sonra da eve gittiğimizde yıllardan sonra ilk kez Taksim'e çıkıldığını öğrenip bunu kaçırdığımız için yıkıldık.
Bu yılsa çıkamadım dışarı, 1 Mayıs haber merkezinde geçti. Bütün gün Taksim Meydanı'nı seyrettim ekranlardan, notlarını aldım. Ekranımda neşe ve umut vardı bugün. Farklı kesimlerden, farklı etnik kimliklerden yüz binlerce insanın nasıl da bir arada olabileceğine, beraber bir kutlama yapabileceğine inandım tekrar. Biber gazı olmadan gösteri yapılabildiğini gördüm. Bu topraklara ait dillerden pankartlar gördüm, türküler duydum. Her maç birbirine giren takımların taraftarlarını bile tek yürek olmuş izledim. En azından şu hoşgörüyle yaşamak bizim için lüks değilmiş, ütopya hiç değilmiş dedim. "Kendinden olmadığını düşündüğünü" de sevebiliyormuş insanlar meğer. E peki o zaman sormazlar mı insana neden yılda sadece bir gün diye? Şu karelerin görmek için gerçekten bir yıl daha beklememize gerek var mıdır diye?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)