18 Haziran 2010 Cuma

multikultinin dibi

Dünya Kupası başladığından beri Berlin'in -çok sevdikleri kavramları- multikulti hali iyice kendini gösterdi. Kupaya katılan ülkelerin bayrakları henüz her tarafı saran Alman bayraklarıyla yarışamasa da orada burada tek tük göze çarpıyor. Her maçtan sonra bir yerlerden vuvuzela sesleri yükseliyor. (Yine de vuvuzelanın çoluk çocuğun eline verilmemesi gerektiğini düşünmekteyim naçizane... Ya da en azından toplu taşıma aracında verilmesin bilemem)Ve tüm bunların yanında dün ben en somut şekilde gördüm multikultiyi, multikultinin sözlük anlamını. Baştan anlatmak gerekir yalnız ve ben sanırım yine ortadan girdim konuya. O zaman başa sarıyoruz efem:

Aynı Almanca kursunda olduğumuz ve beraber Prag'a gittiğimiz Fransız arkadaşlardan biri dün beni Fransa-Meksika maçını izlemek için Kreuzberg'e çağırdı. Meksikalı arkadaşları varmış onlarla birlikte bir Meksika restoran-barında olacaklarmış. Kreuzberg dediğimiz yer malumunuz adeta İstanbul'dan bir parça. Etraftan yükselen maç seslerine karışan yarı Türkçe yarı Almanca (Deukisch) konuşmalar arasında, pek sayın simit sarayı "Eurocan"ın ve biraz ilerledikten sonra çeşitli birahanelerin, "Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği" ve içindeki "Merkez Camii"nin yanından geçip Doğu yemekleri yapan bir büfenin (Orientalische Küche) karşısındaki aranan Meksika restoran-bar-açık havada yayılmaca mekanına ulaştım. Büyük olasılıkla Berlin'de bulunan tüm Meksikalıların arasında 3 kişi kalmış Fransız grubun yanına iliştim ve böylece bir Türk'ün katılımıyla mekanda Fransız desteği (!) 4'e çıktı, nihayetinde beni onlar çağırmıştı. Az sonra anladım ki 4 kişilik grubumuzun biri de Alman imiş zaten. Bu sırada yanımda oturan, Fransızların arkadaşı kızınsa aslında Macar olduğunu ancak biraz İspanyolca bilmesine dayanarak -en az Meksikalılar kadar ateşli şekilde- Meksika'yı tuttuğunu da öğrendim. Arkadaş hatrına Fransa'yı tutmam onlar için pek hayırlı olmadı yalnız, şahane kısmetim sayesinde Fransa sadece yenilmekle kalmadı kupadan da elenmiş oldu. Ama şanslıydık, Meksika mekanındaydık, en azından o sevinci gördük- hayır hayır bunu dememin her golden sonra bedava tekila dağıtmalarıyla hiçbir ilgisi yok:P

Maç sonrası yakındaki başka bir cafe'ye gidip biraz oturduktan sonra Schlachtensee sakinleri olarak biz kalktık. Dönüş yolunda metroda muhtemelen Abiturlarını yeni tamamlamış ve liseyi bitirmiş, kendinden geçmiş kafa binbeşyüz bir Alman grubuyla aynı vagona düştük. Hemen ardından da bir Latin Amerikalı rastalı gitarist bindi trene ve istek şarkı üzerine Jamaika'ya uzanarak bütün vagonu inlettik: NO WOMAN NO CRY!!

Kültür şoku bu olsa gerek, merhaba dünyalı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder