26 Kasım 2010 Cuma

tık tık tık

Evet yazasım gelmiyor doğru... İçim sıkılıyor öyle sebepsiz, açtığım gibi kapatıyorum blogu bu aralar nedense. Affola.

Bayram buruktu efem, çok hem de... Hastaneler, bakımevleri derken iyi gelmedi bize, çok şey vurdu yüzümüze. Yıllar geçiyor dedi mesela, yaşlanıyorsun. Hadi sen yaşlan sorun değil ama etrafındakilerin yaşlanması pek öyle kolay olmuyor dedi. Biz de dinledik. Eskileri, eski günleri andık, hepsi de güzeldi.

Bu bayram bir kez daha nefret ettim içinde yaşadığımız zamandan. Sebepsiz... Eski bayram mendillerini özledim mesela, çocukken biriktirdiğim, hala bir köşede duran bez mendiller. Yanlış zamanda doğduğuma dair inancım had safhada yine ama gelir yoklar beni ara ara bakmayın siz.

Ardından da kabus gibi sınavlarla dolu bir hafta geldi. Bitse de gitsek artık. Bir lise son psikolojisi, duvarlardan taşma isteği, kağıtları fırlatıp atma isteği var hepimizde. Ders çalışmak her zamankinden de zor geliyor artık. Gündemin en çok konuşulan konusu, "hadi bitirdik peki mutlu sondan sonra ne olacak master mı iş mi?" sorunsalında master'ı tercih edenlere ermiş gözüyle bakıyorum uzun zamandır. Daha da çok okuma istekleri olması beni resmen dehşete düşürüyor. Tabii bu dehşeti "bu gidişle benden köy-kasaba olmaz" havası izliyor o ayrı bir yazı konusu. Her şeyden kaçma isteğimiz, bir gün çalışmadan emekli olam amacımız var ya, sanırım yaşımızdan çok ruhumuz yaşlanmış bizim.

Böyle işte...

"Küçük mutluluklar, çok eski hatıralar peşindeyiz..."

5 Kasım 2010 Cuma

OHA!

Polis protestocuları (!) çimlerede itelerken, kargaşada gördüğüm Ceyda aynen böyle dedi bugün. "OHA diyorum başka bir şey diyemiyorum" Kimse bir şey diyemiyor.

4. yılımdayım şu okulda ne önemli adamlar geldi gitti gördük, muhalif grupların onlara tepkisini gördük. Bir-iki pankart, birkaç da kimi zaman kıvrak zeka ürünü, gülümseten kimi zaman da sıradan ötesi slogan. Budur yani. Boğaziçi budur. Herkes özgürce söyler görüşünü, beğenirsin beğenmezsin, ama söyleme hakkına saygı gösterirsin. Öyle önemlidir ki bu hatta, okula ilk girdiğin zamanlar bu duruma alışmakta zorlanırken (eh o zamana kadar öyle yetiştirilmemişizdir malumunuz) aradan geçen zamanla bir bakarsın en katılmadığın görüşün bile dillendirilebilmesi gereğini savunur olmuşsun. O birbirine laf atan bildiriler hoşuna gitmeye başlar, bu ülkede başka yerde göremediğin bir rahatlıktır bu çünkü. İlk zamanlarında "hiç kimlik sorulmuyor güvende miyiz alooo?" derken zaman geçtikçe bu düzenin de rahatlık olduğuna inanırsın. Bırakın 40 yılda bir gelen polisi (sivili bol miktarda tabii onu da yemiyoruz merak etmesinler) kapıdaki güvenliğin kimliğini sorması bile rahatsız eder. Bizim topraklarımızdır orası çünkü. Boğaziçi -en azından verdiği his olarak- bizimdir, öğrencilerin öğretenlerindir. Ya da en azından öyleydi. Bugüne kadar...

Bugüne kadar Başbakan'dan çok daha önemli kişiler gelip gitmiştir dedik ama kimse görmedi bugün gibisini. 7-8 tane benim sayabildiğim çevik kuvvet otobüsü, bir o kadar polis minibüsü ve kim bilir kaç katı polis arabası... Neden? Kimin için? En fazla 40-50 kişi pankart açacak diye mi bu kadar eziyet? Haydi geldiler bir gün deriz polis fobimizi görmezden geliriz diyelim. Nereye geldiniz siz pardon? Yurt binalarına keskin nişancı koymak ne? Burun buruna durduğumuz çevik kuvvetin o silahları ne? O eller niye tetikte ikide bir? Ya o biber gazları ne? Gaz maskelerinizle gelmişsiniz pek tabii ileri görüşlüsünüzdür malum. Bizim maskemiz mi vardı biber gazımız mı silahımız mı? "Başbakan mı geliyormuş Cumhurbaşkanı mı?" diyordunuz ya hani, siz o kim olduğunu bile bilmediğiniz kişileri korurken bizi kim koruyacaktı sizden, bunu da düşünmüş müydünüz?

Bugün o meydandaki çoğu kişi sadece izlemeye gelmişti biliyor muydunuz? Siz kalkanlarınızla insanları ittirip kaktırıp biber gazı sıkmasaydınız üstlerine, bir avuçtu aslında eylem yapan. Sonra bütün meydan oldu birden, acaba neden? Hatta siz de eğleniyordunuz başta itiraf edin, geyik muhabbetlerinizin yanında bir çekirdekleriniz eksikti. Sonra birileri bir şeyler fısıldadı, yollayın bunları dedi herhalde. Siz de haklısınız tabii. Daha ne yaptığınızdan, kimi koruduğunuzdan bihabersiniz durup da "Neden?" diyecek haliniz yok ya!

Biz meydandaydık göremedik geri kalanını tabii. İyi ki görmemişiz. TB'yi basmak ne? İnsanları dersten çıkarmak (ders de yasak artık belki de), tartaklamak bir de orada çok sevgili biber gazını sıkmak ne? Ya kantini dağıtmak? Bir pankart mı battı size? Ne yazıyordu orada baktınız mı hiç? Bu mu battı size? "Ne sermaye ne devlet. İş ekmek adalet". Bu muydu alıp veremediğiniz. O "yakaladıklarınızı" "teslim ettiğinizi" iddia ettiğiniz adalet miydi dillendirilmesi sizi rahatsız eden? Ayna mı tutuldu adaletinize ne oldu? "Biz parasız eğitim pankartı açan liselilere işkence etmiş ülkeyiz, bu üniversitelilerin pankartını mı alaşağı edemeyeceğiz" diye mi düşündünüz yoksa?

Öğrenciler gidince nasıl da güzel oldu ortam değil mi? Hava mis, çimenler güzel, kedi köpek falan oh cennet. Öğrenciler olmasa ne güzel açardınız o laboratuvarları, okulları... Hatta okullar da olmasa ne güzel yönetirdiniz maarifi siz değil mi?

Sahi kimdiniz siz? Bir de bir Kadri Özçaldıran vardı bir aralar sahi ne oldu ona biliyor musunuz?