19 Ekim 2010 Salı

içinden tramvay geçen şarkı

Biraz havamızı dağıtalım dedim. Nedendir bilinmez içinden tramvay geçen şarkı'yı dinlerken buldum kendimi. Nasıl unutmuştum acaba? Aslında çok daha önce, benim Berlin'imden bahsederken anmalıydım onu da...

İçinden tramvay geçen şarkı, Berlin'deki masa başında, ödev başında harcadığım günlerimin eşlikçisi... Ortamın uygunluğuyla listeme dahil olmuş bir daha da çıkmamış bir kuple... Bana Berlin'i, Schlachtensee'yi, odamı, odamdan görünen ağaçları, ahşap duvarımın üstündeki kartları ve notları hatırlatıyor gözümü kapatınca...

Esasında ise -yıl konusunda ben internetin yalancısıyımdır ki- 1986 yılından bir Ferhan Şensoy ve Ortaoyuncular oyunu. Sadece bu videoyla bile Şeşen'lerdeki değişime hayret etme ve Hümeyra'yı sevme sebebi...

17 Ekim 2010 Pazar

devam...

Hala ölenler ve doğanlar geçiyor önümüzden... Hala allak bullağız...

Bir yanda da hesaplaşmalar var aslında, kendinle hesaplaşmak, etrafındakilerle hesaplaşmak... Bazı şeyleri gözden geçiriyor insan, sonra bir daha geçiriyor, sonra gece uyuyamıyor bir daha kuruyor hepsini. Yıkıyor, kuruyor, yıkıyor, kuruyor.. Eline bir şey geçmiyor tabii ama görüyor insan bazı şeyleri. Umulanlar ve bulunanlar olarak... Ha görmek bilmek ne işe yarıyor derseniz, hiçbir işe yaramıyor tabii ki. Ignorance is bliss diye boşuna dememişler.

Cümlelerimin yüklemleri az bu ara. Hayat bize neler hazırlıyor yaşayıp göreceğiz.

11 Ekim 2010 Pazartesi

hastane gerçeği

Hani o çok önemli, hayat memat meselesi sandığımız koca koca dertlerimiz var ya günlük hayatta... Küçücükmüş işte onlar. Günlük hayat böyle pireyi deve yapan bir yapaylıkta akıp giderken gerçekten hayatın ne olduğunu bir hastanede görebilirmişiz, onunla bir yoğun bakım ünitesinin önünde yüzleşebilirmişiz meğer.

Son 3 günü düşününce hayatın ne olduğunu yüzüme yüzüme vuran kareler geliyor gözümün önüne... Cumartesi mesela, annemle yoğun bakımın önündeyiz. "Burası aslında kanser hastanesiymiş aynı zamanda" diyor annem. "Dün geldik daha bismillah birini ex diye çıkardılar önümüzden, prostat kanseri... Yarım saat sonra biri daha götürüldü, kansermiş o da... Daha ilk adımda ne moral kaldı ne bir şey!". Tam o sırada koridorun diğer ucunda kalan doğumhanelerden bir kuvöz çıkarıyorlar. Hemen önümüzde asansör bekliyor hemşire, bebeğin anneannesi ya da babaannesi olduğu anlaşılan bir kadın ve sürekli fotoğrafını çeken bir adamla beraber. Herkesin yüzü değişiyor onunla birlikte, asansör geledursun herkes bir ucundan bakıyor ona. Buruş buruş, minicik, et parçasından hallice bir şey aslında beyazlar arasında görünen. Ama içinde, sımsıkı yumruklarında hayat var. Yoğun bakım önündeki herkesin yüzüne buruk da olsa bir gülümseme konduruyor minik oğlan...

Sonra bugün... Yine aynı yer. "Bak!" diyor annem yine, "Şurdaki bastonlu amca da her gün geliyor, karısı içeride yatıyormuş." 70 yaşın üstünde bir amca, iki büklüm olmuş bastonuna sarılmış... Ama yarım saat hatta belki daha bile az bir süre karısını görmek için her gün kalkıp gelirmiş. Annem devam ediyor yine, "Dün de gelinleri doğumda olan bir çift vardı yanımda, oğulları ikide bir gelip 'Çok bağırıyor, çok canı yanıyor' diye telaş yapıyordu. Sonra çıkardılar içeriden minicik bir bebek Allah bağışlasın". Bu sözler bitiyor bu sefer yoğun bakımdan elini ağzına bastırmış, çığlığını içine atmış gözyaşları içinde bir kadın ve yakını olsa gerek 2 adam çıkıyor. Kalakalıyor herkes. Kimsenin düşünmek istemediği ihtimal bir kişinin başına gelmiş o an işte. Annem tanıyor kadını, "3 gün önce girişimizi beraber yapmışlardı. Kalp kriziymiş. 3 güne uyanması gerek demişlerdi. Demek ki..." diyor. Tamamlamasına gerek yok...

Değişik yerler hastaneler. İnsanı rahatsız edecek hatta allak bullak kadar gerçek yerler. Bunları gördükçe bazen farklı bir boyutta sanıyor kendini insan. Ya da belki dışarıda farklı bir boyuttayız haberimiz yok. Öyle işte... Biz mi nasılız? Nasıl olabilir ki insan?

8 Ekim 2010 Cuma

bir istanbul masalı (!)

Bu İstanbul masalında, yağmur yağınca trafiğin yanı sıra hastaneler de sıkışıyormuş anlaşılan. Allah kimseyi düşürmesin diyorum ne diyeyim.

An itibariyle, an be an annemlerle telefonla konuşmak suretiyle, evden bildiriyorum ki Şişli Etfal'de kalp piliyle ilgili bir müdahalede bulunacak birim yok, yoğun bakımında da yer yok. GATA'ya bağlanıyoruz, ilgili birim mevcut ve fakat yoğun bakım yine dolu. Florence Nightingale diyoruz ilgili müdahale SGK kapsamında değil. 4. seçenekte kalp piliyle ilgilenebilecek ve yoğun bakımında yer olan bir yer bulabiliyoruz, ne mutlu (!) bize...

ŞAKA MISINIZ AKŞAM AKŞAM??

00:09 itibariyle edit: Masal devam eder.. Şişli Etfal'in yanlış bilgilendirmesi yüzünden 4. seçenek olarak gidilen Ethica'da da kalp piline bakan kimse olmadığı görülür. Meğer Şişli Etfal sadece yoğun bakım için araştırma yapmıştır. Ethica, Medical Park'a sevk eder ancak bir de bakılır ki oranın yoğun bakımında da yer yoktur. 112 elemanları bile çıldırır, bizden bahsetmiyorum... Neyse ki ölüm kalım seviyesinde değiliz şu an ama bu gidişle nolur, kaç kişi daha hastanelik olur bilemem. Televizyonda gördüğümüz skandallar yanı başımızdaymış aslında da unutmuşuz... İbretlik...

son edit: Avrupa Yakası'ndan umut kesildi. Anadolu Yakası'nın yaşanacak yer olduğuna bir kez daha inandım! Bu da bu geceki ne yapacağını bilemeyen hezeyanlarımın sonudur!

3 Ekim 2010 Pazar

İstanbul özürlü olmak

Kağıt üstünde doğma büyüme İstanbullu olsam da pratikte İstanbul bilgimin İstanbul'un Avrupa Yakası'nın yarısından ibaret olduğunu bir kez daha test ettim onayladım bugün. "Ohh ferah ferah ya Anadolu Yakası'nda yaşamak vardı." diyen ben, bugün köprü yolunu bir türlü bulamayıp, türlü saçma yollara saparak kaybolmayı başardıktan sonra bazı kararları gözden geçirmeliyim sanırım. Daha erken galiba, havalanmamak gerek...

Yolumu bulup toprağıma vardım sonunda ama Moda güzel tabii:)

Not: Toprağım dedim deprem oldu, hadi bakalım..